Değerli
meslektaşlarım, sevgili basın mensupları
Her 5 Nisanda olduğu gibi bugün de,
en zor zamanında Türk milletine liderlik yapmış, Devletimizin kurucusu Gazi
Mustafa Kemal Paşanın büstüne çelenk koyduk ve şehitlerimizle birlikte saygıyla
andık.
Hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı yürekten
okuduk.
Değerli arkadaşlarım, İstiklal
marşını iki kıtası ezberlenmiş bir marş olarak değil on kıtalık bir kurtuluş destanı
olarak anlamak gerekir.
İstiklal
marşı kurtuluş savaşının kazanılmasından sonra yazılmış bir şiir değildir.
İstiklal marşımız yazıldığında İzmir ve yöresi
Yunanlıların işgali altındadır. Fransızlar ve İtalyanlar ülkededir. Ne yazıktır
ki Milleti sadıka olarak bilinen ermeniler Emperyalistlerden aldığı destekle
köyleri basmakta masum insanları çoluk çocuk yaşlı demeden katletmektedir. Bu
günler çocuğun cinsiyeti üzerinden iddiaya girilerek Hamile kadınlarımızın
karınları deşilerek öldürüldüğü günlerdir.
Büyük şair " Sana yok ırkıma yok izmihlal" derken milleti tek olarak
görmüştür. Türk milletini kürt, arnavut, boşnak çerkez, laz, arap vs. diye
tanımlamamıştır. Etnik olarak Arnavut
olduğu vurgusu yapmamıştır. Milletimizin bu büyük evladına göre hilal de tektir
millette tektir. Her ikisi de bozguna uğratılamaz.
Binlerce şehidin kefensiz yattığı bu
topraklar, üzerinde yaşayan herkesi kaynaştırmış ve bir millet etmiştir. İnsanlar
etnik kimliğe bakılmaksızın evlilikler yapmıştır. Bu evliliklerden çocuklar
olmuştur, torunlar olmuştur.
Osmanlı Devleti batılı
emperyalistlerin etnisite fitesiyle dağılmıştır. Yıllardır Filistin’de
yaşatılan zulümler Irak’ da onca Müslümanın katledilişinin sebeplerini tarihin
henüz tozlanmamış raflarında aramak gerekmektedir.
Osmanlı Devletinden ayrıştırılarak ayrı
devlet yapılan Yugoslavyanın yerinde bu gün irili ufaklı zayıf ülkeler var
edilmiştir. Bosna’da Avrupa’nın göbeğinde tarihin en kanlı katliamları
yapılmıştır.
Irak halka demokrasi getirmek vaadiyle işgal edilmiş
binlerce masum insan katledilmiştir. Bugün Irak şii-sünni ve kürt bölgelere
fiilen bölünmüştür. Bu bölünme sadece coğrafik olarak gerçekleşmemiştir. Bir
toplum belki yüzyıllar sürecek bir kin ve intikam sürecine itilmiştir.
Bunlar görmemezlikten gelinecek
konular değildir.
Emperyalist ülkeler amaçlarına
ulaşmak için her yolu denemekten çekinmezler. Bunu artık öğrenmiş olmamız
gerekir. Bizim başımıza da çocukları katletmekten bile çekinmeyen, PKK gibi
zalim bir cinayet örgütü musallat edilerek bu yolla milletimiz ayrıştırılmaya çalışılmak
istenmektedir.
Vurgulamak gerekir ki her birimiz rengine
şekline dini inancına mezhebine bakmaksızın demokratik ilkeler üzerine kurulu Türk
Devletinin şerefli birer üyesiyiz.
Türk milleti kavramı, ırkçılık esasına değil,
anayasanın 66. ve 10. maddeleri ile çerçevesi çizilen “Türk Vatandaşlığı” unsuruna ve “Eşitlik” ilkesine dayanmaktadır. Türk milleti bir ırkı değil, bu ülkedeki tüm vatandaşları ifade
etmektedir ve bu topraklar üzerinde yaşayan herkesi kucaklayan bir kavramdır.
Önemle ifade etmek gerekir ki üniter yapıyı tartışmaya
açacak, millet kavramını belirsizleştirecek her tarif ülkemizi felakete
götürecektir. Bu konuda sağduyunun galip geleceğine olan inancımızı da
koruduğumuzu ayrıca belirtmek isterim.
Bu millet birbiriyle savaş halinde değildir ki barış
için bireysel akla yönelelim. Bize yol gösterecek olan, milletimizin ve
devletimizin binlerce yıllık hafızasından beslenen aklıdır. Bizim güvendiğimiz
devlet aklıdır.
Bu gün 5 Nisan Avukatlar günü. Elbette bu günü canı
gönülden kutlamak isterim. Ancak ortada kutlanması gereken bir durum olmadığı
tespitini de yapmak isterim. Yargının kurucu unsuru olarak savunma görevini
yerine getiren avukatlık mesleğinin sorunları çözülememiş sorunlar
çeşitlendirilmiş ve çığ gibi büyütülmüştür.
Yargının
kurucu unsurlarından olan savunma ne yazık ki savunulacak hale düşmüştür.
Avukatlık mesleğinin saygınlığı bir
devletin hukuka saygısıyla, adalete olan sağlam inancıyla doğru orantılı artar
ya da azalır. Zira savunma yargının eşit kurucu unsurudur. Savunmayı yok saymak
hak arama özgürlüğünü de önemsememek demektir. Savunmayı yok saymak yargının
diğer kurucu unsurları olan iddia ve karar unsurlarına da engel algısıyla bakmak
demektir.
Türkiye’ de 106 tane Hukuk Fakültesi kurulmuştur.
İtibarı yüksek ve en kolay kurulan fakülteler olması Bilimsel faaliyetleri ile
öne çıkması beklenen üniversitelerin iştahını artırmakta amacı ülkenin
ihtiyacını belirleyip yükseköğretimi planlamak olan YÖK ise bu iştaha plansız
programsız bir şekilde karşılık vermektedir. Öğretim üyesi yetersizliğinden
hocalar o şehir senin bu üniversite benim ders vermek için yollara
düşmüşlerdir.
Bugün ne acıdır ki stajyer avukatların pek az bir
kısmı gerçekten avukatlık yapmak hedefindedirler. Hiç bir şey olamazsam
avukatlık yaparım anlayışı hâkim olmuştur. Bu durum genç arkadaşlarımızın suçu
değildir. Mesleğin geleceğine olan güvensizlik ve ekonomik kaygılar genç
hukukçularımızı karamsarlığa sokmaktadır.
Sınavsız, hiç bir filtreleme olmaksızın mesleğe kabul dünyada
sadece bizim ülkemizde vardır.
Sadece gelişmiş ülkelerde değil az gelişmiş ülkelerde
dahi avukat olmak için belli zaman aralıklarıyla belirlenen sınavlarda başarılı
olmak gerekmektedir.
Örneğin
ALMANYA' DA avukatlık stajı iki yıl olup hem staja kabul edilmede hem de staj
sonunda sınav vardır. İlk sınavda iki kez başarısız olan kişinin mesleği icra
etme şansı yoktur.
BELÇİKA'DA ve DANİMARKA'DA staj süresi 3 yıldır. Stajın
2. yılının sonunda yazılı ve sözlü olmak üzere 2 sınav yapılmaktadır.
İNGİLTERE'DE staj öncesi eğitim zorunluluğu olup staj
aşamalarında sınav vardır.
BULGARİSTAN yazılı ve sözlü sınav yapmaktadır.
Norveç' de İsveç' de, Slovenya’da, Polonya’da,
Portekiz’de, İspanya’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Macaristan'da durum farklı
değildir.
ÜRDÜN' de stajyer uzmanlaşmak istediği alanda bir tez
hazırlamak ve bunu jüri önünde savunmak durumundadır. Bun da başarılı olursa
yazılı ve sözlü sınava alınmaktadır.
FİLİPİNLER'DE Baroya kayıt için yazılı sınavda başarılı
olma zorunluluğu vardır.
Kardeş ülke AZERBEYCAN' da avukat olabilmek için
yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı olmak gerekmektedir.
Kira parasını ödeyemeyen ekonomik zorluklarla boğuşan
bir çok meslektaşımız vardır. Büyük şehirlerde intihar eğilimleri başlamıştır.
Neredeyse asgari ücrete çalıştırılan avukat meslektaşlarımız varlığı bizleri
üzmektedir. Ucuz işgücü temininin kolaylaşmasıyla avukatlar adeta
köleleştirilmektedir. Büyük hukuk büroları tabiri caizse hukuk baronluklarına
dönüşmek üzeredir.
Avukatlık bir kamu görevi olmasına rağmen piyasa
şartlarının kurallarına tabi tutulmak istenmektedir. Bu son derece sığ bir
anlayıştır. Avukatlığı tacire dönüştüren bu anlayış haksız rekabeti getirmiş ve
disiplin suçlarının hızla artmasına yol açmıştır.
Avukatların evleri ve iş yerleri kanuna aykırı bir
biçimde aranmaktadır. Bu kabul edilemez bir tutumdur.
Görevlerini yaparken saldırıya uğrayan
meslektaşlarımızın sayısı her geçen gün artmakta bu saldırılar sonucu hayatını
kaybeden meslektaşlarımız olmaktadır. Ancak bir tabanca ruhsat harcında bile
yargının diğer kurucu unsurlarına tanınan muafiyetler tanınmamaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşları Meslektaşlarımıza belge ve
bilgiye ulaşmada ciddi zorluklar çıkarmaktadır.
Avukat hiç bir kişi kurum ya da otoriteye bağlanamaz,
tabi kılınamaz. Savunma bağımsızlığı olmadan yargı bağımsızlığından adaletten
söz edilemez. Adalet Mülkün temeliyse, bizler zalim değilsek buna inanıyorsak savunma bu temelin harcıdır.
Elbette daha sayılabilecek söylenebilecek daha pek çok
şey var.
Kral çıplak demenin zamanı gelmiştir hatta
geçmektedir.
Artık Barolar mesleğin sorunlarını birinci öncelik
olarak görmelidirler. Bu mesleği zinde tutmanın başka yolu yoktur. Barolar
Birliğinin önümüzdeki dönem çalışmaları meslek sorunlarını çözme odaklı
olmalıdır. TBMM' de ki milletvekillerinin önemli bir kısmının avukatlardan
oluşmaktadır. Adalet Bakanımız avukattır. Ancak meslek sorunları TBMM' de ne
yazık ki bir türlü ele alınmamaktadır.
Meslek kendini savunmak durumundadır.
Saygılarımla.